January 07, 2011

THE BIG BANG THEORY




Sevdiğim komedi/sit-com dizileri sıralamasında belki de en önemli yeri işgal eden dizilerden bir tanesi The Big Bang Theory. Zaman geçirmek için televizyonda izlediğim bir bölümünden sonra beni kendisine bağımlı yapan ve tüm sezonlarını bir çırpıda izlememi sağlayan bir dizi ayrıca. Two and a Half Men’in yaratıcılarından Chuck Lorre’un yarattığı bir komedi dizisi bu. Ancak sözü geçen diziyle uzaktan yakından ilgisi yok.

Los Angeles’ın Pasadena kentinde yaşayan teorik fizikçi Dr. Sheldon Cooper (Jim Parsons) ve uygulamalı fizikçi Dr. Leonard Hofstader (Johnny Galecki) ve arkadaşları Howard Wolowitz (Simon Helberg) ve Raj Koothrappali (Kunal Nayyar) etrafında dönüyor dizi.

Sheldon ve Leonard son derece normal (!) hayatlara sahiptir. Tabii normal hayatı evlerindeki kocaman tahtalarda kuantum fiziği ve sicim kuramı ile ilgili problemlerle uğraşmak, her Çarşamba çizgi roman dükkanına gitmek, bilimkurgu kategorisine giren ne kadar dizi, film ve oyun varsa onlarla ilgilenmek sayarsanız. Konsol oyunlarına olan büyük bağlılıkları da cabası. İşte biri 187 digeri 173 IQ değerine sahip bu iki dehanın karşısına bir gun Penny isminde (Kaley Cuoco) bir güzel sarışın taşınır ve Büyük Patlama böylece başlar.

Konu her ne kadar ilk bakışta çok ilgi çekmese veya merak yaratmasa da dizinin bu kadar başarılı olmasında konudan cok karakterlerin rolü önem taşıyor! Özellikle de  Sheldon Cooper’ın ve elbette bu rolü başarıyla canlandıran Jim Parsons’ın. Sheldon tam anlamıyla bir narsist. Her defasında belirtmekten cok zevk aldığı gibi 11 yaşında üniversiteye başlamış, IQsu 187, bir master ve iki doktora derecesi var (ilkini 16 yaşında almış). Diğer karakterlere dahi çile çektiren biri Sheldon. Her konuda ama her konuda mutlaka söyleyeceği bir şey var, obsesif-kompulsif kişilik bozukluğunun vücuda gelmiş hali ve her defasında Nobel Fizik Ödülü’nü elbette bir gün kazanacağından adı gibi emin. Koltukta kendine ait bir yeri, her güne özel bir menüsü ve hatta Leonard ve kendisi için yazdığı bir "Roommate Agreement"ı bile var! Bütün bunlar bir araya gelip de inanılmaz başarılı ve kahkahalarla gülünecek bir karakter yaratabilir mi? Söz konusu Sheldon olduğunda yaratıyor! 

Sheldon’ın yanısıra Leonard, Raj ve Howard ise dizinin olmazsa olmazlarından. Babası bir jinekolojist olan zengin Hintli Raj diğer elemanlarımızla birlikte Caltech’de astrofizikçi olarak çalışıyor, Hint yemeklerinden nefret ettiği gibi alkol almadığı sürece kadınlarla konuşamıyor. Yahudi olan Howard Caltech’te Uluslararası Uzay İstasyonunda kullanılan şeyleri tasarlayan bir mühendis. Bu ilginç iş tanımına rağmen digerleri gibi fizikçi olmaması ve yalnızca bir master derecesi olması ise Sheldon’ın en sevdiği alay malzemelerinden. Howard hala annesiyle yaşıyor ve en hafif tabiriyle kadınlara biraz ‘düşkün’. Kadınların kendisini devamlı reddetmesini hiç de önemsemiyor ve sürekli birileriyle birlikte olmak için planlar peşinde.
 
Bu 4 dehanın Penny ile olan ilişkileri ise bambaşka ! Raj zaten alkol almadığında Penny ile konuşamıyor, Leonard Penny’i ilk gördüğünden beri ona aşık, Howard ise … eh Penny’e sürekli iltifat (!) edip kendisiyle birlikte olmasını istiyor diyelim. Sheldon ve Penny ilişkisi ise tamamen farklı bir boyutta ilerliyor. Sheldon için Penny ne güzeller güzeli, bekar bir kız ne de onun ilgisini çekmek gibi bir isteği var. Sheldon’ın tek isteği Penny’nin bilgi seviyesini yükseltmek – eh ne de olsa Penny üniversiteden bile mezun olmamış, Nebraska’dan Los Angeles’a aktris olma hayalleriyle gelmiş fakat halihazırda Cheesecake Factory’de garsonluk yapan “sıradan” bir insan. Penny ise bir şekilde dahilerimizle arkadaşlık kuruyor ve çoğu zaman konuştuklarına ve yaptıklarına anlam veremese de güzel idare ediyor 4ünü de. Bana göre Penny'nin ilk başta aksettirilmeye çalışılan “aptal sarışın” stereotipi ile uzaktan yakından alakası yok. Duygusal zekasıyla en zor durumlarda bile kazanan durumuna çıkabiliyor ve hatta bazen yaptıklarıyla bizim dahi çocukları şaşırtıyor.

Bilim kurguya biraz da olsa ilgisi olan kişilerin çok severek izleyeceğini düşündüğüm bir dizi The Big Bang Theory. Bölümlerde yapılan Star Wars, Star Trek, Lord of the Rings, Battlestar Galactica gibi yapımlara ve elbette Marvel ve DC Comics dünyasına ait tüm karakterlere yapılan atıflar bu alanı tanıyan herkesi gülümsetecek şeyler. Eğer benim gibi önceden ilginiz yoksa bile ilgilenmenizi sağlayabilir ve sizi birdenbire Iron Man, X-Men ve Batman hayranı yapabilir; internette Sheldon'in tisortlerini, Batman kurabiye kavanozunu, Leonard'ın ışın kılıcını aramanıza vesile olabilir; Star Wars serisini baştan sona bir daha izlemenizi bile sağlayabilir. Bütün bunları yapmasa da The Big Bang Theory, karakterleriyle ve onların içine düştükleri durumlarla size 20 dakikalık bir şölen sunacak. Ve hayır bu bir “Bazinga!” değil.

December 15, 2010

THE LORD OF THE RINGS: THE FELLOWSHIP OF THE RING - GIRIS YAZISI

"Three rings for the Elven Kings under the sky,
Seven, for the Dwarf Lords in their halls of stone,
Nine for Mortal Men doomed to die,
One for the Dark Lord on his dark throne
In the Land of Mordor where the Shadows lie.
 

One Ring to rule them all, One Ring to find them,
One Ring to bring them all and in the darkness bind them
In the Land of Mordor where the Shadows lie.

“The world is changed. I feel it in the water. I feel it in the earth.” Bu sozlerle baslar Lord of the Rings serisinin ilk filmi olan The Fellowship of the Ring. Dunya degismistir gercekten de, ve bu sozleri, muthis insan Howard Shore'un tuyler urpertici ve bir o kadar da huzunlu score'u ile Galadriel (Cate Blanchett) soyler seyirciye karanlik ekrandan.

Blogun bu ilk yazisini, en sevdigim, sevmenin otesinde saygi duymaktan bir hal oldugum yazar olan John Ronald Reuel Tolkien'in uber fantastik ve harika kitabindan uyarlanan The Lord of the Rings filminin ilk halkasina adadim. Fakat film cok uzun oldugu ve ben bir giris yapmanin faydali olacagini dusundugum icin bu yazi giris yazisi niteliginde olacak. Filmleri de kendi iclerinde ikiye ayirarak yazacagim ki destansi olmasin, okunabilir olsun :)) Toplamda 6, bu yazi ile beraber 7 yazi olacak yani. Kitapla ilgili bir inceleme yazisi henuz yazmayi dusunmuyorum, cunku hem kitaplari tekrar okumam gerekiyor bunun icin hem de filmler daha taze bir sekilde aklimda.

Ben uyarlama film manyagi bir insan degilim. Soz konusu eseri filmi izleyerek taniyacagima kitabini okumayi yeglerim. Ancak, bu soz konusu eser, yalnizca bir dunya degil, tamamiyla bir evren yaratmis olan Yuzuklerin Efendisi ise is degisiyor. Asagida okuyacaginiz yazida bolca spoiler var ister istemez ancak filmlere veya kitaplara asina degilseniz, kitabi okumadan once filmi izleyin derim nacizane. Evet, once kitap sonra film degil, tam tersi ve sebepleri de bence gayet mantikli ve asagida :)

JRR Tolkien bir dilbilimci. Ve profesor. Yarattigi evren, her seyiyle bir evren. Tanrilardan, yari-tanrilara ve Elflere; insanlardan, dunyanin nasil yaratildigina, konusulan dillerden, o dillerin alfabelerine kadar her seyi kendisi yaratmis! Evet, filmlerde duydugumuz elfce konusmalar ornegin, bir alfabeye ve kendi icinde mantikli bir dile dayaniyor.

Bir film incelemesine giris yazisinda bunca yan bilgi vermek normalde mantikli olmayabilir. Ancak Yuzuklerin Efendisi, tek kelimeyle soylenecek olursa “karisik”. Bu kitaba ve filme dair bir fikri olmayan seyircinin akli fena halde karisabilir cunku, Hobbitler, Elfler, Cuceler ve Insanlar kadar, mekanlar ve olaylar da birdenbire cozulecek rahatlikta degil. Bu yuzden biraz biraz yan bilgi de verecegim gerekli gordugum yerlerde, tek amacim filmleri “izlenebilir” kilmak degil tabii ki, kendimce bildiklerimin bir nevi ozetini de cikarmak istiyorum.

Fellowship of the Ring, yukarida bahsettigim sahne ile aciliyor ve 7 dakika kadar suren uzun ve epik bir anlatimla, Orta Dunya'nin 3. Cagindan once neler yasandigini, Yuzuklerin Efendisi basliginda gecen “Yuzuk”un yani “The One Ring”in ne menem bir sey oldugunu anlatiyor.

Bu evren ile ilgili ve “The Battle of Middle-Earth”'den once olanlarla ilgili baska bir kitap daha var: The Silmarillion. Bence Tolkien'in en basarili eseri olan Silmarillion bize Orta Dunya'nin nasil, neden ve kim(ler) tarafindan yaratildigini, Elflerin, Cucelerin ve Insanlarin bir nevi tarihlerini anlatiyor. Ben kitabi Altikirkbes yayinlarinin cevirisinden okumustum ve cok ama cok etkilenmistim. Ilk basta yanlis kullanilmis gibi gelen birtakim dilbilgisi kurallarinin kitabin ruhunu yansitmak amaciyla o sekilde kullanildigini anladigimda baska bir ceviri okuyamaz oldum. Neyse bu Silmarillion yazisinin konusu olsun.

4 ana “irk” vardir Orta Dunya'da: Insanlar, Elfler Cuceler ve Hobbitler. Buyuculer ote yandan, aslinda yari-tanrilarin bir nevi “yardimcilari” olan ve Orta Dunya'ya iyi seyler yapmaya gonderilmis olan Maia'lardir. Iste Yuzuk Kardesligi bize bu hobbit denen yaratiklarin genel yasamlari hakkinda bilgi sunarak baslar.

Hobbiton isimli koyde yasayan Hobbit'lerin arasinda en sevilen ve sayilani, kendi irkina gore fazla yasli kabul edilen Bilbo Baggins'dir (Ian Holm). Bilbo 111. yasini kutlamaya hazirlanmaktadir, bu arada annesi ve babasi olunce Bilbo'nun yanina tasinan yegeni Frodo Baggins (Elijah Wood) de 33 yasina girecektir. Bilbo icin butun koy seferber olur ve buyuk bir kutlama hazirligi baslar.

Butun o kosusturmacanin icinde bir yerlerden islik calarak gelen Gandalf'i (Ian McKellen) goruruz sonra. Gandalf, uzun gri sapkasi, gri sakali, uzun saclari ve yine gri cuppesi ile tam bir buyucudur. (Bildigimiz anlamda cuppeli, uzun sapkali buyucu kavraminin Tolkien tarafindan icat edildigini okumustum bir yerlerde). Gandalf'in kelime anlami “Asali Elf”tir (aslinda bir Maia olmasina ragmen). Gondor'da kendisi icin kullanilan Mithrandir ismi ise “Grey Pilgrim – Gri Haci” anlamindadir. (Haci kelimesi burda “cok gezen” anlamina geliyor, Gandalf'in kendisi de bunu 3. filmde acikliyor zaten). 

Hobbitler icin “yemek” ve “icmek” anlamina gelen dogumgunu aslinda cok degisik bir olaya gebedir: Bilbo sıkılmıstır, onceden yaptigi gibi daglara gitmek, Elfleri tekrar ziyaret etmek istemektedir. Dogum gununde yaptigi konusma esnasinda, daha once buldugu yuzugu takarak ortadan kaybolur, sanki havaya karismistir. Herkes saskinlik icindedir ancak kimse (Gandalf'tan baska kimse) bu olayin o kadar da onemli oldugunu dusunmemektedir. Gandalf ise Bilbo'da uzun yillar duran bu yuzugun “o” yuzuk oldugundan supheye duser ve yuzugu Frodo'ya emanet ederek bu suphesini arastirmaya koyulur. Kitapta on yildan fazla suren bu gidisinin ardindan tekrar gelen Gandalf icin tek bir test kalmistir: Yuzugu atese atmak.

Gandalf'in Gondor'da buldugu eskiye ait belgelerde, “The One Ring”in atese atildiginda yanmak yerine gayet soguk duracagi ve uzerinde birtakim isaretler belirecegi yazmaktadir. Bu belgeleri yazan kisi ise yuzuge sahip son insan olan Gondor'un son krali Isildur'dur. Frodo'nun da tanik oldugu bu testi uygular Gandalf ve Frodo isaretleri gorur:Ash nazg durbatulûk, ash nazg gimbatul, Ash nazg thrakatulûk agh burzum-ishi krimpatul. der yuzuk. One ring to rule them all, one ring to find them, One ring to bring them all and in the darkness bind them.” 




Orta Dunya'nin “kotu” tanrisi Melkor'un Maia'si olan Dark Lord Sauron (Sala Baker) dovmustur bu yuzugu kendisi icin. [Sauron Tolkien'e göre yaratılan tüm Maia'lar arasında en güçlü olandı. Bu yüzden Manwe Orta Dünya'ya Sauron'a karşı bir değil 5 adet Maiar (Saruman, Gandalf, Radagast ve 2 mavi büyücü) göndermiştir. Aradaki güç farkından dolayı. ] 19 yuzuk daha vardir “The One Ring” haricinde: The Rings of Power yani Guc Yuzukleri. 3 tanesi Elflere, 7 tanesi Cucelere ve 9 tanesi Insanlara verilmistir. Bu yuzukleri Sauron'un kendisi “Hediyelerin Lordu” kiliginda Elflere dovdurmustur ama asil amaci baskadir: Mount Doom'da kendisi icin ve gucunun bir kismini aktararak dovdugu bu Tek Yuzuk digerlerini kontrol edecek ve butun Orta Dunya'yi Sauron'a sunacak kadar gucludur.

Gandalf'in bu gercegi kesfetmesiyle paralel Sauron da yuzugun bir Hobbit'te oldugunu, Barad-dûr adli kulesinde Gollum'a (Andy Serkis) yaptirdigi iskencelerle ogrenir. Gollum'un bunu bilmesinin tek sebebi ise Bilbo'nun baska bir macerasinda (The Hobbit) yuzugu Gollum'un magarasinda bulmus olmasidir. Onceden insan olan, yuzugun sahibi 9 kisi simdi “Ringwraiths” denen yaratiklara donusmustur ve dort nala Hobbiton'a dogru yol almaktadir.

Bunu bilen Gandalf, Frodo'ya gercekleri anlatir ve kasabasina buyuk bir sevgiyle bagli olan Frodo, ve Frodo'ya buyuk bir sadakatle bagli olan Samwise Gamgee (Sean Astin) Shire'a ve orada yasayanlara bir zarar gelmesin diye cok uzun, cok tehlikeli, gittikce umutsuzlasan ve karanliklasan bir yolculuga cikarlar. Cok gecmeden iki muzip Hobbit daha katilir onlara: Meriadoc Brandybuck, yani Merry (Dominic Monaghan) ve Peregrin Took yani Pippin (Billy Boyd).

Gelecek program: Hobbitlerimizi bekleyen ilk tehlike ne? Gandalf kimin ihanetine ugradi? Frodo ve arkadaslarinin yolda karsilastigi esrarengiz yabanci da kim? Rivendell'de neler olacak? Yuzuk Kardesligi'ni daha ne gibi inanilmaz tehlikeler bekliyor? Yuzuk yok edilebilir mi?

Notlar:

(1)Yazida cogunlukla isimlerin ve kavramlarin Ingilizcelerini kullandim. Turkcelerini kullanmak isterdim fakat bu isleri daha da karmasiklastiracakti. Filmleri zaten orijinal dilinde izledigimiz icin en azindan terimlere bu sekilde kulak yatkinligimiz olur dedim.

(2)The One Ring'in uzerindeki isaretlerin Turkcesini ise Ingilizcesi (yani orijinal dili) kadar etkili bulmadigim icin kullanmadim ama burada belirteyim: “Hepsine hükmedecek bir yüzük,hepsini o bulacak; Hepsini biraraya getirip, karanlıkta birbirine bağlayacak.

(3)Baslangictaki siir kitabi da acan ve aslinda her seyi ozetleyen bir siir. Turkcesi soyle:

Üç Yüzük göğün altında yaşayan Elf krallarına,
Yedisi taştan saraylarındaki Cüce hükümdarlara,
Dokuzu ölümlü insanlara,ölecekler ne yazık;
Bir Yüzük gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda,
Kara tahtında oturan Karanlıklar Efendisi'ne.

Hepsine hükmedecek bir yüzük,hepsini o bulacak,
Hepsini biraraya getirip,karanlıkta birbirine bağlayacak
Gölgeler içindeki Mordor Diyarı'nda.”

(4) Middle Earth Eski Ingilizce'de var olan bir sozcuk yani Tolkien'in icadi degil. Ancak, Tolkien'in kullaniminda, insanlarin hayatlarini ve kaderlerini yasadigi dunya anlamindadir; Cennet ve Cehennem gibi "gorunmeyen" dunyalara zit olarak. Kokeni ve/veya gecmisi burdan ogrenilebilir.

"Middle-earth is ... not my own invention. It is a modernization or alteration ... of an old word for the inhabited world of Men, the oikoumene: middle because thought of vaguely as set amidst the encircling Seas and (in the northern-imagination) between ice of the North and the fire of the South. Many reviewers seem to assume that Middle-earth is another planet!"— J.R.R. Tolkien, Letters, no. 211






 





FOREWORD

Neden blog yazariz minvalinde psikolojik bir aciklama elbette yapmayacagim. O kadar guzel bloglar okuyorum ki son zamanlarda, bende de bir "ben de yazayim, ben de anlatayim" istegi olustu. Evet, bu kadar basit :)

Bu blogda okuyacaklariniz, kimi zaman guncel, kimi zaman eski de olsa bende hala heyecan uyandiran kitaplar, filmler ve diziler hakkinda olacak. Durduk yerde Lost dizisinin incelenmesinin sebebi yalnizca budur bir de muhtemelen tekrar izlemisimdir falan. Basliklarda ve yazi iclerinde kimi zaman Ingilizce kelimeler de kullanacagim ancak bunun sebebini muhtemelen yazi icinde aciklarim, aciklamasam da bi sebebi mutlaka vardir zaten.

Hosgeldiniz diyor, bu blogun "tamamen" kisisel gorusleri yansittigini beyan ediyorum efendim. Buyrun o zaman, sizi boyle alalim.